Zamanın değişim içeren hızlı
akışının sürat kesmeden devam ettiği günümüz dünyasında,
ülke insanımızın ortak bir hedef etrafında geleceğini güven ve
garantiye almak için sorumluluk duyarak artık bir şeyler yapmaya
karar vermesi gerekmektedir. Fertlet giriştikleri işte, ilk önce o
işi niçin yaptığının idrakinde olmalı ve sonraki aşamada
yaptığı bu işte hiç çekinmeden ve bütün enerjisini verecek
şekilde çalışmalıdır. Diğer bir ifade ile fertler yaptığı
işin şahsen sonuna kadar bilinçli bir şekilde takipçisi
olmalıdır.
Hazreti Muhammed (sav) “ümmetim
yanlış üzere icma etmez” demiş ve ümmetinin topluca alacağı
bir kararda yanılmanın meydana gelmeyeceğini beyan ederek, birlik
halinde hareket etmenin önemi noktasında bir ipucu vermiştir.
Hazreti Peygamber (sav) tebliğ ile görevlendirilmeden önce “Hılful
Fudul” (Erdemliler Birliği) adını alan bir anlaşmanın içinde
bulunmuştur. Bu anlaşmaya taraf olanlar toplum içinde hakkı
yenenin yanında olup, hak yiyenlere karşı dikilmeyi kendisine
prensip kabul ederek yaşadıkları coğrafyada düzen tesis etmeye
çalışmışlardır. Hazreti Peygamber (sav) tebliğle
görevlendirildikten sonra bile Hulful Fudul anlaşması
hatırlatıldığında, böyle bir birlik yeniden oluşturulsa yine
içinde olurum demiştir. Hak aramaya karar vermiş her insanla ortak
bir zeminde birlikte hareket edilebileceğini ortaya koymuştur.
Türkiye’nin, bugünün ve
yarınlarının huzurlu olabilmesinin yolu “ortak akıl”
geliştirebilmesinden geçmektedir. Ortak akıl geliştirebilmek ise
bugünlere nasıl geldiğimizi tahlil ederek, çıkardığımız
sonuçlar ışığında ne yapmamız gerektiğini tespit etmekle
mümkündür.Hakim olduğu coğrafyada ki insanları, adalet güven
ve hoşgörü esasına dayalı olan sistemi ile yüzyıllarca
birlikte yaşatan Osmanlı Devleti, kendi dışında gelişen ama
daha sonra kendisini de etkileyen dış gelişmeler neticesinde, iç
ahengine yitirmeye başlamıştır. Haşmetli yapısını
koruyabilmek için yeni stratejiler geliştirmeye çalışmıştır.
Bu stratejilerin hepsinin ortak yanı sivil toplum (millet) ile
Siyasal toplum (devlet) mekanizması arasında bozulan ilişkileri
yeni düzenlemeler yolu ile hayata geçirip, devletin sıhhatli bir
şekilde işleyişinin devamını temin etmek olmuştur.
İşte tarihimizde Osmanlıcılık,
Ümmetçilik ve Türkçülük diye adlandırılan akımlar bu
gayretler neticesinde ortaya çıkmış gelişmelerdir. En
nihayetinde bu uğurda Batı’yı esas alarak yürütülen
çalışmaların ülkemize getirdiği nokta şudur: AB’nin
kapısının önünde bekleyerek ve bin bir taviz vererek bizi
içeriye alın demek. Fakat aslında önemli olanın AB’ye bizi
alacaklar mı, almayacaklar mı diye düşünmekten ziyade, kendi
dinamiklerimizi harekete geçirip, iç ahengimizi nasıl tesis
edebileceğimizin ve aynı zamanda dünya milletleri arasında hak
ettiğimiz yeri nasıl elde ederek geleceğimizin garanti altına
alınmasının yollarını düşünmektir. Bu noktada yapılması
elzem olan şey “sivil toplum” ile “siyaset toplum” arasında
olması gereken ahengin prensipleri, yani milletin varlığı ve
demokrasinin olmazsa olmaz şartı “ortak aklı” geliştirmektir.
Sivil toplum bugünlerde çokça dile
getirilmesine rağmen hiçbir zamanda olmadığı kadar tehdit
altındadır. Zira toplum mühendisi ile yapılan çalışmalar
neticesinde sivil toplum, siyasal toplumun gücünü elinde
tutanlarca istendiği gibi yönlendirilen bir oyuncak haline
getirmeye çalışılmaktadır. Bu gelişme sosyal bilimci olan
Gramsci’nin ifade ettiği gibi sivil toplumun ortadan kalkmasını
gündeme getirmektedir. Yani gelişen bu durum siyasal toplumun sivil
toplum içinde erimesi gerekirken sivil toplumun devletin gücünü
elinde tutanlarca siyasal toplumun içinde eritilmesi manasına
gelmektedir.
Osmanlı
Devleti’nin eridiğini görünce çözüm üretmeye çalışan
Tanzimatın resmi teorisyeni Mehmet Sadık Rıfat Paşa “hükümeti
halk için olup, yoksa halk hükümetler için mahluk değildir”
diyerek ortaya yıllar önce güzel bir ölçü koymuştur. Fakat
aradan geçen bunca yıl olmasına rağmen, halen bu ölçü esas
alınamamıştır. Bu ölçünün hayata geçirilmesi için motor
görevi yapması gereken sivil toplumun varlığının tehlikede
olduğunun konuşulduğu bir ortamda yapılması gereken şey, ortak
aklı üretmek için üzerine görev almış olan sivil toplum
kuruşlarının kendi iç yapılarını manipülasyonlardan
kurtarmalıdır. Bu çerçevede ilk iş olarak kendilerini bekleyen
tehlikelere karşı mücadele etmek için, iç bünyelerindeki
demokrasi anlayışını tamamen rayına oturtmak ve daha fazla
faaliyet gönüllüsünü bünyelerine katmaya çalışmak olmalıdır.
Neticede umudumuz şu ki, genç bir
nüfusa sahip olan ülkemizde ortak aklı geliştirmek için taze
beyinler sivil toplum kuruluşlarında aktif görev alarak
ülkemizdeki toplumun daha duyarlı hale gelmesini sağlayacaktır.
Unutmamalıdır ki, tarihin akışına yön verenler tarihi sadece
yaşayanlar değil ortak eylemlerle yazmaya çalışanlardır.